Türkiye Son 10 Yılını Kaybetti

Yeni partilerin kurulması ile birlikte kimlerin İl Başkanı, kimlerin milletvekili olacağı konusunda iddialar da ortada dolaşmaya başladı…

Bilindiği gibi yıllardır BİLSAM’ın başkanlığını başarılı bir şekilde yürüten Prof. Dr. İbrahim Gezer, 2014’de Ak Parti’den tekrar aday olmayacağını açıklamıştı. Fakat geçtiğimiz günlerde İstanbul Şehir Üniversitesine aktif destek vermesi ve eski başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu ‘Gelecek Parti’si için sosyal medya platformu Twitter üzerinden ‘Hayırlı Olsun’ tweeti atması kafalarda soru işaretine yol açmış ve Prof. Dr. Gezer Gelecek Partisi’nde siyasete hazırlanıyor izlenimine yol açmıştı.

Bayrak TV olarak konunun muhatabı Prof. Dr. İbrahim Gezer ile BİLSAM’dan AK Parti’ye, Eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun kurduğu Gelecek Partisi’nden Ekonomiden Sorumlu Eski Devlet Bakanı Ali Babacan’ın kuracağı siyasi oluşuma kadar birçok konuyu konuştuk, herhangi bir partide görev alıp almayacağını sorduk…

Akıllarda hiçbir soru işareti kalmayacağına inandığımız bu keyifli sohbetle sizleri baş başa bırakıyoruz.

Berkman DULCAN: Öncelikle bizleri kırmayıp bu röportajı kabul ettiğiniz için Bayrak TV adına sizlere teşekkür ediyorum. Malatya deyince Araştırmacı kimliğiyle öne çıkan bir isimsiniz. BİLSAM gibi bir kurumu Malatya’da öne çıkardınız ve gerçekten bizlere göre muhteşem işler yaptı BİLSAM. Malatya ile ilgili birçok veriyi ön plana çıkarttı. BİLSAM’ın kuruluşu itibarı ile günümüze gelişine kadar birçok yerde önemli rol aldınız. Röportajıma önce BİLSAM’dan başlamak istiyorum. BİLSAM nasıl oluştu ve nasıl buralara geldi BİLSAM’da bundan sonra neler olacak?

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sorunuz için teşekkür ederim. Öncelikle düşüncelerimi paylaşma fırsatı verdiğiniz için Bayrak TV mensuplarına ve sizlere teşekkür ederim. Sizin de bildiğiniz gibi hayatın farklı çevreleri var, bunlardan Kamu Yönetimi var, Özel sektör var, bir de sivil toplum var. STK’lar kamu ve özel sektörden sonra üçüncü sektör olarak kabul ediliyor. Bunların birbirini dengelemeleri ve hepsinin yani kamunun, özel sektörün, Sivil Toplum Kuruluşlarının, Yerel Yönetimlerin, Belediyelerin, Üniversitelerin vb. kurumların beraberce hayatı geliştirmeleri gerekir. Bu toplumu bu ülkeyi beraberce bir yere taşımaları gerekir.

Türkiye’de Kamu Sektörü her zaman güçlü olmuştur ama Sivil Toplum kuruluşlarının çoğu zaman zayıf kaldığına şahit oluyoruz. Özel Sektör de fena değildir Türkiye’de fakat Sivil Toplum Kuruluşlarının ciddi sorunlarla yüz yüze olduğunu söyleyebiliriz. Tabii bunun bazı sebepleri var. Dönem dönem insanlar bir derneğe bir vakfa üye olduğu için soruşturmalar ve çok ciddi hukuki sorunlar yaşadılar. Terör örgütü olmakla suçlandılar legal derneklere ve vakıflara üye oldukları için.12 Eylülde yüzlerce hatta binlerce Sivil Toplum Kurumu kapatıldı. En son yaşanan FETÖ darbe girişimiyle birlikte insanlar Sivil Toplum Kuruluşlarına karşı mesafe koydular. Bunların hepsi düşünüldüğünde Sivil Toplum Kuruluşları yeterince gelişmiyor ülkemizde.

Sivil Toplum kuruluşlarının gelişmemesinin bir sebebi de demokratik standartlarımızın yeterli olmamasıdır. Sivil Toplum demokratik ortamlarda gelişir. Eşit vatandaşlığın olduğu, Hukukun üstünlüğünü benimsemiş toplumlarda gelişir. Özgürlüklerin garanti altına alındığı, basın ve medyanın özgür olduğu, muhalif insanların kendini rahatlıkla ifade edebildiği toplumlarda gelişir, yasama, yürütme ve yargının bağımsız olduğu ve bunların birbirini denetleyebildiği, başı dertte olan insanların rahatlıkla gidip hakkını arayabildiği toplumlarda sivil toplum gelişir. Fakat bizim ülkemizde maalesef bu konuların tamamında sıkıntılar yaşandığı için bir türlü Sivil Toplum istenilen yerde değildir. Hatta ülkemizde yaşanılan bu kaoslar, krizler hatta terör olayları, darbe girişimleri bunların olmasının sebepleri bizim bir türlü demokratik bir ülke olamayışımızdan kaynaklanır. Bir türlü gerçekten eşit vatandaşlığı esas alan, çoğulculuğu esas alan, hukukun üstünlüğünü esas alan bir ülke olamayışımızın sonuçlarını yaşıyoruz.

Bir ülkede yasama, yargı ve yürütme birbirinden bağımsız tutulabiliyorsa, denge denetleme sistemleri çalışıyorsa, bunlar birbirini denetleyebiliyorsa ya da demokratik standartlar yükselmişse, insanlar siyasete kolaylıkla katılabiliyorsa, insanlar rahatlıkla örgütlenebiliyorsa, vakıf ve dernekler rahatlıkla faaliyetlerini yürütebiliyorsa, farklı bir parti kuran insanlar kovuşturmaya uğramıyorsa ya da hainlikle suçlanmıyorsa, yani demokratik standartlar belli bir yere taşınmışsa orada hem Sivil Toplum çok daha iyi gelişir hem demokratik standartlar yükselir hem de en önemlisi böyle bir ülkede ne ekonomik kriz olur ne terör olayları olur ne de darbeler ya da darbe girişimleri olur.

Bir ülkede bu kadar darbe girişimleri yaşanıyorsa veya bu kadar terör örgütleri arz-ı endam ediyorsa bu kadar krizler kaoslar yaşanıyorsa o ülkenin hukukun üstünlüğü konusunda sıkıntıları vardır, demokratik standartlarında sıkıntılar vardır, iktidarın ve mülkün eşitliği konusunda sıkıntılar vardır demektir. Bugün demokratik olup da gelişmeyen tek bir ülke yoktur dünyada, ya da demokratik olmayıp da gelişen tek bir ülke de yoktur.

O halde yapılması gereken şey belli, ülkeyi demokratikleştirmek… Daha adaletli, daha eşitlikçi, daha çoğulcu, daha özgürlükçü, hukukun üstünlüğünün esas alındığı, insan haklarının esas alındığı, denge denetleme sistemlerinin kurulabildiği bir ülke oluşturmak… Hedef bu olmalı. O halde yapılması gereken başka bir şey ise bu sorunları aşmaya ve bahsettiğimiz değerlerin yaygınlaşmasın katkı yapacak Sivil Toplum Kuruluşları kurmak gerekiyor. Ya da siyasi partiler kurmak gerekiyor ya da vakıf ve dernekler kurmak gerekiyor ya da özel sektördeyseniz buna kaynak ayırmak gerekiyor, çünkü bu ülke bizim ülkemiz, çocuklarımız bu ülkede yaşayacak, bu ülke kimsenin babasının çiftliği değil. Bir grubun, bir partinin ve ya bir kuruluşun ülkesi değil. Bu ülke hepimizin ülkesi… Bu da demek oluyor ki hepimizin bu ülkede sorumlulukları var. Bizde 2005 yılında bir gurup eğitimci, akademisyen, iş adamı ile bir araya geldik. Başta daha sınırlı sayıda arkadaşımız işin içindeydi, fakat 2009’dan sonra katılımlar arttı ve BİLSAM aktif bir sivil toplum kuruluşuna dönüştü. 2005 ten 2009’a kadar Bilgi Yolu ismiyle faaliyet gösterdi. Daha sonra BİLSAM adını aldı ve kamuoyuna açıldı.

Daha sonra ulusal ve uluslararası projeler gerçekleştiren bir kuruma dönüştü. Bu süreçte BİLSAM fiziki altyapısını tamamladı. BİLSAM hâlihazırda 3000 metre kare kapalı alanı ve 3 binası olan, 10 birimi olan içlerinde 8-10 çalışan ekip arkadaşımızın olduğu, farklı kesimlerden 300 civarında üyeye ve insan kaynağı olan, birimlerini kurup oluşturmuş, eğitim, araştırma, yayıncılık birçok alanda faaliyet gösteren güzel bir STK’ya dönüştüğünü düşünüyorum.

BİLSAM’ın başkanlığını bırakmamız kamuoyuna istifa ettiğimiz şeklinde yansıdı. Bu böyle olmadı. Olağan Genel Kurul vardı ve ben aday olmadım. Zaten bir süredir arkadaşlarımızla konuşuyorduk, önümüzdeki genel kurulda aday olmayacağımı söylemiştim. BİLSAM da 2 yıl da bir kere genel kurul yapılıyor. 2 yıl dolmuştu. Böyle olunca da insanlar herhalde, Sivil Toplum Kuruluşunu bıraktığına göre siyaset yapacak gibi düşüncelere sahip oldular.

Oysa bırakma sebebim, bu tür görevlerin sınırlı süreli olması gerektiği düşüncemle ilgiliydi.  Dolayısıyla Sivil Toplum da dâhil tüm yöneticilik sürelerinin sınırlı süreli olması gerektiğini düşünüyorum. Temelde bu yüzden bırakma kararı aldım. Çünkü ne zaman sınırlı süreli yönetimden bahsetsek kendi durumumuz gündeme geliyordu.

Berkman DULCAN: BİLSAM özellikle ekonomik analizler konusunda çok iyi işler çıkarttı Malatya için, Ülke genelinde de ekonomik kriz had safhada. Malatya’da özellikle organize sanayi bölgelerini düşünürsek 2018 ve 2019 yılları arasında en fazla iş yeri kapanan şehirler arasında 3. sıradayız. BİLSAM olarak dışarıya özellikle organize sanayi bölgemizdeki fabrikalara ekonomi üzerine destek verdiniz mi? Bu anlamda BİLSAM Sivil Toplum Kuruluşundan yararlanmak isteyenler çıktı mı?

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sorunuz için teşekkür ederim. Çok güzel bir soru. Sizinde bildiğiniz gibi Sivil Toplum Kuruluşları kamu kaynağı kullanan kuruluşlar değildir. Kendi aralarında bir araya gelmiş insanların aidatlarıyla, bağışlarla yol almaya çalışan kuruluşlardır. Dolayısıyla şehirler için yatırım yapacak kaynak bütçeleri olmaz. Böyle bir imkânımız yoktur. Ama ne yapabilir Sivil Toplum Kuruluşları, farkındalık oluşturabilir, bununla ilgili araştırmalar yapabilir, bununla ilgili konferanslar düzenlenebilir, paneller yapılabilir sempozyumlar yapılabilir, her alanı ayrı olarak inceleyebilir. Tarımı, sanayiyi, eğitimi vs… farklı alanlarla ilgili araştırmalar ortaya koyalabilir. Bunlar Sivil Toplumun yapması gereken eylem ve etkinlikler. BİLSAM olarak bu saydıklarımın tamamını yaptık.Yüzlerce konferans, seminer, sempozyum, panel…

BİLSAM’ı önemli kılan bir etkinlikte de araştırma raporlarıdır. Malatya ile ilgili 20’ye yakın araştırma raporu hazırlandı. Eğitimi ayrı, tarımı ayrı, ekonomisi ayrı incelendi. İlçeleri tek tek ele aldık, ilçelerle ilgili ayrı ayrı raporlar hazırladık ve yol haritalarını çıkardık. Geçtiğimiz aylarda Malatya Ekonomi Raporu başlıklı bir Rapor yayınladık. Şu anda da Vali beyin talebi ve ricası üzerine göç raporu hazırlıyoruz. En son hazırladığımız Ekonomi Raporunda, Dünyada ekonomi nereye gidiyor, Türkiye’de nereye gidiyor, en son da daha geniş olarak Malatya’da ekonomi nereye gidiyor diye inceledik. Ekonomi ne durumda, nereden nereye gelmişiz hepsini inceleyip bir yol haritası ortaya koyduk. Ya da son 10 yılda nereden gelip nereye gitmişiz hangi alanda nasıl yol kat edilmiş bunları tek tek belirledik. Bundan sonrası Sivil Toplumun işi değil. Gerisi bütçe işi, icra kurumlarının işi… Türkiye’de  bir şehirle ilgili bu kadar çalışma yapılmış, bu kadar araştırma yapılmış başka bir örnek bilmiyorum. Varsa da bu sevindirici bir şey tabii.

Berkman DULCAN:Peki bu çalışmalar diğer kurumlar nezdinde karşılık buluyor mu?

Bir örnek vereyim sizlere. 5 yıl kadar önce biz Malatya Kayısı Raporu diye bir rapor çıkarmıştık. O zamanlar kayısıda çok yaygın don hasarı oluşmuştu ve çiftçilerimiz ciddi sıkıntılar yaşıyordu. Bir bankanın müdürü ziyaretime gelmiş ve şöyle demişti. “Hocam siz belki yaptığınız çalışmaların neye tekabül ettiğini takip etmiyor olabilirsiniz, ben size bir örnek vermek istiyorum. Ben kayısıda oluşan hasar yüzünden bankanın genel merkezine bir dilekçe göndererek Malatya çiftçisine 25 Milyon TL ekstra bir kredi hakkı tanınmasını talep ettim. Yazdığım dilekçeyle ilgili RED kararı geldi. Sonra sizin yazdığınız rapor elime geçti. Malatya Kayısı Raporunu okuduktan sonra, Kayısının Malatya için ne kadar önemli olduğunu, gelirin tabana nasıl yayıldığını öğrendim ve aynı dilekçeyi sizin kullandığınız istatistiklerle sizin argümanlarınızla destekleyerek yeniden yazdım ve yine 25 Milyon TL istedim, fakat bu kez banka bize 25 değil, 30 Milyon TL’lik bir kredi açtı.’’

Berkman DULCAN: Biraz siyasi kimliğinize girmek istiyorum. Ak Partiden temel yoklamalarında ismi öne çıkmış. Belediye Başkanlığı ve Milletvekilliğiyle anılmış bir İbrahim GEZER var. Ne dersiniz bu konularda…

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Dediğiniz gibi bizim 2013 ve 2014 yıllarında yani yaklaşık bir yıl içinde 2 kez aday adaylığı denememiz oldu. Biri, Büyükşehir Belediye Başkanlığıydı, diğeri de Milletvekilliği için… Temayül sonuçlarını zaten biliyorsunuz. Sıralamamızı söyleyip başka aday adayı arkadaşları kırmak istemem, gerçekten çok iyi sonuçlar alınmasına rağmen olmadı.

Bunlar Türkiye’deki Siyasi partiler yasasının cilveleri. Bizde maalesef siyasi partiler yasası çok sıkıntılı. Türkiye’de yaşanılan birçok sorunun tek sebebi siyasi partiler yasasıdır. Siyasi Partiler kanunu maalesef Türkiye’de bir oligarşi anlayışına yol açtı. Tepeden birkaç kişinin Türkiye’yi istediği gibi dizayn etmesine yol açtı. Ülkeye iyi katkılarda bulunabilecek, siyasete katılmak isteyen insanların önü engelleniyor. Bilirsiniz birkaç gün önce sayın Ali Babacan’ın bir TV programı oldu. Orada şöyle bir ifadesi oldu, bana çarpıcı gelmişti, diyor ki dünya çapında tanınan bir iktisatçıyla konuştuk, istişare ettik (tahminim Darun Acemoğlu). Ona dedim ki “Hocam Türkiye’nin şu şu sorunları var, sizce bu sorunları çözmeye nereden başlamalıyız”. Bana verdiği cevapta siyasi partiler kanunundan başlamanız gerektiğini söyledi. Maalesef bizde siyasi partiler kanunu adeta Türkiye’yi genel başkanların oyuncağı haline getiriyor. Böyle bir siyasi partiler yasası olabilir mi? Nitekim ben o sonucu görünce seçim aday adaylığı sonuçlandıktan sonra bir basın açıklaması yapmış ve böyle bir aday belirleme süreci olduğu sürece tekrar siyaset düşünmeyeceğimi söylemiştim.

Berkman DULCAN: Biliyorsunuz yeni bir Parti kuruldu. Kuruluşunda sizin attığınız bir tweet gündeme oturdu. BİLSAM’da yönetim görevinize son verdiğiniz de gelen bilgiler arasında. İnsanlar sizin Gelecek Partisi İl Başkanı olabileceğinizi düşünüyor. Bu konu hakkında neler söylersiniz?

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Kullandığım ifadeyi tam hatırlayamıyorum ama sanırım şöyle yazmıştım ‘’Ülkemizde,  otoriter, merkeziyetçi ve ideolojik devlet yapısının değişimini öngören her öneri, her proje, her girişim değerlidir, bu yüzden yeni parti hayırlı olsun’’ diye bir paylaşımda bulunmuştum. Sanıyorum insanlar bu yüzden böyle düşündüler. Ya da Şehir Üniversitelerine aktif bir destek vermiştim Sosyal Medyada. Zira Şehir Üniversitesinin kapatılması ya da kayyum atanması benim için bir cinayettir ve büyük bir haksızlıktır.

Berkman DULCAN: Simit Sarayına 500 Milyon TL’lik bir borcu Ziraat Bankası kanalıyla alınıp ödenirken Şehir Üniversitesi gibi akademik destekli bir Eğitim kurumunu 72 Milyon TL’lik bir borcu yüzünden dışlanmasına tepki gösterdiniz zannediyorum

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Evet kesinlikle, bu kesinlikle kabul edilemez bir şey. Bir şehirde yaklaşık 10 bin öğrencisi olan 1000 akademik ve idari personeli olan.  Ülkenin en seçkin üniversitelerinden bir tanesidir. Yakından tanıdığım için biliyorum. Bütün yönetimi, personelleri tanırım, BİLSAM olarak da ortak çalışmalar yaptığımız bir üniversite. Kendi çocuğum da orada burslu okudu. Çok yakından tanıdığım bir üniversite. Dolayısıyla böyle bir Üniversitenin sudan bahanelerle sırf siyasi sebepler yüzünden kapatılması çok kötü bir şey. Sayın Ahmet Davutoğlu böyle bir Parti kurmasaydı tahmin ediyorum kimse şehir üniversiteleriyle uğraşmayacaktı. Buna vicdanı olan, insanlıktan azıcık nasiplenmiş herkesin karşı çıkması gerekir. Doğruya doğru, yanlışa yanlış demeyi bir şekilde öğrenmemiz gerekiyor. Ben Şehir Üniversitesine Twitter üzerinden aktif şekilde destek verince ve Gelecek partisi hakkında böyle bir ‘’Hayırlı Olsun’’ Tweet’i yayınlayınca insanlar Gelecek Partisiyle alakam olduğunu düşünmüş olabilirler. Şunu açıkça söyleyeyim Gelecek Partisi ile ilgili herhangi bir ilgim, ilişkim ve düşüncem yoktur. Doğrusunu isterseniz Ahmet Davutoğlu beyi önemserim, Ülkemizde önemli bir siyaset insanıdır. Öncelik olarak bizler onu Hoca olarak önemseriz. Eserlerinden de istifade etmişizdir. Ama Ahmet Davutoğlu beyin siyaset üslubunun ve tarzının benimle çok uyuştuğunu söyleyemem. Şunu da söyleyeyim özellikle Ahmet Davutoğlu beyin, Başkanlık sistemiyle ilgili tavırlarını ben çok eleştirmiştim. Çok eksileri, çok siyasi hataları olmuş olabilir, ama özellikle cumhurbaşkanlığı sistemi konusundaki tavrı beni çok yaralamıştı. Bu sistemin geçmesini engelleyecek 2 kişiden biri olarak görüyordum kendisini. Fakat insiyatif almadı. Buna çok kırılmıştım. Dolayısıyla Gelecek Partisiyle ilgili olarak üslup, tarz, lider merkezlilik gibi sebepler yüzünden kendimi çok yakın bulmuyorum. Böyle bir değerlendirme yapmamız, elbette ki Sayın Ahmet Davutoğlu’na haklı olduğu yerde ‘’Hayırlı Olsun’’ demeyeceğimiz anlamına gelmez. Ya da Şehir Üniversitesi gibi haklı bir meselede destek olmayacağımız anlamına gelmez.

Berkman DULCAN: Yani İbrahim Gezer ne Davutoğlu’nun, ne de Ali Babacan’ın kuracağı partide olmayacak diyebilir miyiz?

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Ali Babacan bey hakkında şunu söyleyeyim. Türkiye’de yaşadığımız sorunları biliyoruz. Türkiye’de şu anda özgürlükler konusunda, ekonomi konusunda, basın konusunda ciddi sorunlar var. Türkiye iddialarını ve ideallerini kaybetti. Türkiye’de ideal arayışı ortadan kalktı. Adalet, Özgürlük, Barış, Kardeşlik, Hak, Hukuk arayışı inişe geçti, bunun seslendirilmesi gerekiyor. Türkiye’nin şuan da yeni bir siyasi anlayışa ihtiyacı var. Peki, bunu kim temsil edebilir derseniz, buna en yakın anlayışın Babacan’a ve ekibine ait olduğunu düşünüyorum. Kendisiyle ve hareketiyle bir ilgim olduğundan değil, sadece dışarıdan gözlemleyen birisi olarak Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu şeyin bu yapıda olduğunu düşünüyorum. Bu yapının çıkışı biraz Ak Partinin 2002 de ki çıkışına benziyor, ancak ondan daha çoğulcu ve daha çok ilke merkezli olduğunu düşünüyorum. Üye sistemini daha çok önemseyeceklerini ve daha çok yenilikler katacağını bekliyorum. İlke ve değerlerin daha çok koruma altına alınacağını tahmin ediyorum. Bu hususlarla ilgili yeni mekanizmalar getireceklerini düşünüyorum. Lider merkezli bir yapılanma yerine, kadro merkezli, ilke merkezli bir yapı olacağını düşünüyorum. En önemlisi sınırlı-süreli bir yönetim yaklaşımı getireceklerini düşünüyorum. Bunun Türkiye için önemli olduğuna inanıyorum. Zira Türkiye’nin ihtiyaç duyduğu siyaset tarzının daha çok merkezde duran, daha çoğulcu olan, daha çok özgürlüklerinden yana duran, üyenin ve delegenin önemsendiği ve sınırlı süreli yönetimin esas alındığı bir yapıya ihtiyacımız var. Bu ilkelerin olmaması yüzünden Doğu Coğrafyası, Afrika coğrafyası maalesef sefalet içinde kırılıyor.

Size bir örnek vermek isterim, Thomas More “Ütopya” kitabını 1500lü yılların başında yazmıştır. Thomas More o dönemde İngiltere’de Başbakan yardımcılığı da yapmış fakat Kralla anlaşmazlığa düşmüş, muhalif duruma gelmiş. O günlerde de maalesef biz de olduğu gibi baskılar var. Bir korku Cumhuriyetine dönüşmüş. Thomas More’da açıkça konuşamadığı için oturup bir kitap yazmış ve rahatsızlıklarını onun üzerinden ifade etmeyi denemiş. Kitapta bir Ada ülkesini anlatır. Bu ülkede herkes mutlu ve huzurludur, herkesin bir evi vardır. Herkes birlikte çalışıyor, birlikte üretiyor. Ürettikleri şeyleri birlikte ortak stok yapıyorlar. Herkes ihtiyacı kadarını alıp ihtiyacını gideriyor. Herksin bir evi var, fakat hiç kimse bir evde on yıldan fazla oturamıyor. On yıldan sonra değiştirmek zorundalar. Peki, bu ne anlama geliyor, neden böyle yapıyorlar. Çünkü 10 yıldan fazla aynı yerde kalındığında mülkiyet duygusu oluşur. O da istenmeyen bir şeydir.

Aynı şey yöneticilik için de geçerlidir. Bir makamda 8-10 yıldan fazla kalan kişi orayı temellük eder adeta. Yani orayı mülkü gibi hissetmeye başlar ve istediği gibi tasarrufta bulunur. Kaldı ki bir kişi hangi konumda olursa olsun 10 yılda istediği her şeyi yapabilir. Hani söylediniz ya BİLSAM’da neden aday olmadınız diye, BİLSAM da 7 yıl başkanlık yaptım ve BİLSAM’a katabileceğim her şeyi arkadaşlarımızla kattık zaten. Bundan sonra yapılabilecek elbette çok şey var, fakat BİLSAM’ın imkânlarıyla ancak bu kadarı yapılabiliyor. İsterseniz Cumhurbaşkanı olun, isterseniz Başbakan olun on yıl bir makamda kalıpta o ülkeye, o şehre verebileceğiniz tek bir şey kalmaz. Yani bir adam bir yerde yirmi beş yıl kalıyorsa örneğin Melih Gökçek, yapacağı şeyi ilk on yılda yapmıştır zaten. Diğer on beş yıl, zorunluluklar onu orada tutmuştur.

Dolayısıyla bir makamda on yıldan fazla kalırsan o makamı mülkün gibi görmeye başlarsın. Ondan sonra kişi, hesap vermemeye başlar. Etrafını eş, dost, amcaoğlu, dayıoğlu, damat, enişte doldurur. Artık kimse ona hesap soramaz hale gelir. Bakın ABD ülke olarak iyi bir örnek değildir, emperyalist bir ülkedir, çok eleştiririz, ama bakın bir konuda iyi bir örnektir… Amerika 1780’li yıllarda kurulurken Gerorge Washington 4+4 iki dönem 8 yıl başkanlık yaptıktan sonra 3. döneme aday olmaz. Israr edenlere de ‘’Burası bir kamu görevi, buranın bir sınırı olması gerekir. Biz ömür boyu kalacaksak krallıkla neden savaştık?’’ der. Ondan sonraki 150 yıl boyunca hiçbir başkan 3. döneme aday olmaz. Yasaklayan bir hüküm falan olmamasına rağmen. İki dönemden fazla yapan tek istisna vardır, ikinci dünya savaşı sırasında Franklin D. Roosevelt. Dört dönem üst üste yapmıştır. Fakat onun ardından başta kendi partisi olmak üzere, diğer partiyle bir araya gelerek “Buna bir sınır getirelim. Amerika kimsenin mülkü değildir’’ derler. Ve 1951’den itibaren iki dönem şartı anayasaya girer.

Amerika ile aynı dönemde Meksika da bağımsızlığını kazanır 1780’lerde. Orada da bir general vardır ve başkan seçilir. Fakat bir süre sonra kendini Meksika kralı ilan eder ve ölünceye kadar iktidarda kalır, ondan sonra gelenler de aynı şeyi yapar. Bugün bu iki ülkeden biri dünyanın en güçlü ve zengin ülkesi, diğeri ise bir fırsatını bulup kendini Amerika’ya atmaya çalışanların ülkesi… Sınırlı süreli Yönetim önemlidir. Dolayısıyla bir parti kurulurken bunu tüzüğünü koyuyorsa ki Gelecek Partisi’nin tüzüğünde rastlayamadım. Fakat Sayın Babacan ve arkadaşlarından bunu bekliyorum. Böyle bir şeyin gelmesinin önemsiyorum, Türkiye’nin ihtiyacı olan bu. Merkezde olan, herkese eşit mesafede duran, bütün dinlere, ideolojilere eşit mesafede duran, kimseye bir din ya da ideoloji dayatmayan, özgürlükleri koruma altına alan bir yaklaşım. Gelişen Dünya’ya bakın, sorunlarını çözmüş olan ülkeler hepsi bu ilkelerle gelişiyorlar.

Berkman DULCAN: Peki Sayın Babacan’a olan sıcaklığınızdan yola çıkarak, onun kuracağı Partide sizin de görev alma ihtimaliniz var mı?

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Bir daha tekrar edeyim. Gelecek Partisi, Ak Parti veya başka parti fark etmez, iyi bir şey yapınca destek olmak gerekir ama yanlış işler yapınca da eleştirmek gerekir. Hatta bir hadis var bununla ilgili, “Hiç kimseye sonuna kadar seninleyim demeyin, iyi işler yaparsan yanındayım, fakat kötü işler yapar ve insanlara zulüm edersen senden uzağım deyin’’ diyor. Başka bir örnek, Mehmet Akif ERSOY İttihat ve Terakki cemiyetine katılırken bir sözleşme, bir ant imzalaması istenir. Maddelerden birinde “Teşkilatın bütün emirlerine kayıtsız, şartsız itaat edeceğime” ifadesini görünce, Akif bunu kabul etmez ve maddeyi, “Teşkilat iyi ve hayırlı emirlerine kayıtsız şartsız itaat edeceğim’’ şeklinde değiştirir ve öyle imzalar. Bizim yaklaşımımızda bu olmalı.  Babacan ve ekibinin yaklaşımlarının kendi yaklaşımlarımla çok örtüştüğünü düşünüyorum doğrusu. Kişisel olarak tavrım ne olur derseniz, ben siyaseti her zaman önemseyen biriyim, geçmişte Sivil Toplum alanında bir sürü şey yaptık ve gördük ki bir ülke de siyaset ıslah edilmemişse, demokratik bir siyasal sistem kurulmamışsa, ne sivil toplum bir yere varabiliyor, ne de eğitim sistemi, ekonomi ya da başka bir sistem bir yere varabiliyor.

Politik sistem yani siyasal sistem, bütün sistemlerin üst sistemidir. Politik sistemi düzeltmeden, ıslah etmeden ne sivil toplumda ne eğitimde, ne de ekonomi de kalıcı bir şey yapabilirsiniz. Bir siyasal kriz gelir ve her şeyi yok eder. İstanbul Şehir Üniversitesi bu ülkenin en özel projelerinden biriydi, ne oldu, haklı oldukları halde bir şey yapabildiler mi? Oysa o emek siyasete verilmiş olsaydı, belki de şimdi yargının çalışabildiği, denge denetleme sisteminin olduğu, herkesin hukuk karşısında eşit sayıldığı demokratik bir ülkede yaşıyor olacaktık. Bakın 15 Temmuz da ki darbe girişimi bir şeyi ortaya çıkardı. Biz bu ülkeyi demokratikleştiremediğimiz için bu darbeler meydana geliyor. Eğer gerçekten demokratik bir ülke olsaydık, siyasi partiler yasamız demokratik olsaydı, insanlar aday yapılmak için Pensilvanya’ya el, etek öpmeye giderler miydi? Onun yerine gider parti üyesini, delegesini ve halkı ikna etmeye çalışırlardı. Fakat bizim ülkemizde, aday falan olmanın şartı emek vermek ya da temayül yoklamalarında birinci çıkmak falan değil, tepede birilerine yakın olmaktır. Yine eğer biz eğitimde çocuklara analitik düşünmeyi, eleştirel yaklaşımı öğretebilseydik, dindar Anadolu çocuklarından, darbeci yetiştiren sistem çalışır mıydı? Bu ülkeyi demokratikleştiremediğimiz için insanlar meşru yöntemlere değil, gayri meşru yöntemlere yöneliyorlar. Şuanda bir derneğe üye olduğu için terör örgütü suçlamasıyla karşı karşıya olan insanlar var. Zamanında legal olan bankaya para yatırdığı için şu anda mahkemelerde olan insanlar var. Bir terör örgütünün yüz binlerce üyesi olabilir mi? Beş bin olur, on bin olur, bilemedin yirmi bin olur. Dolayısıyla bir derneğe bir vakfa üye olmanın  terör örgütü üyeliğiyle yargılandığı bir ülkede Sivil Toplum’u geliştiremezsiniz. Demokratikleşme sorunu halledildiğinde bu ülkedeki sorunların birçoğu hallolacaktır.

Bir ülkede Politik sistemi düzeltmeden diğer sistemleri düzeltmeniz imkânsızdır. Bu yüzden siyaseti önemsiyorum. Sorunuza gelecek olursak, şu anda böyle bir şey yok, bir teklif de almadım, şu anda akademide çalışmalarımıza devam ediyoruz. Siyasetin şöyle bir avantajı vardır, bir şeyi on yılda yapabilecek iken siyasetle bunu çok daha kısa sürelerde yapabilirsiniz. Dediğim gibi şuanda böyle bir teklif yok. Ancak bir şekilde Türkiye’nin demokratik yeni bir yapılanmaya gitmesi gerekiyor. Ak Parti bu ülkeye geldiğinde 3 Y ile mücadele edeceğiz demişlerdi. Yani yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk… Ama şimdilerde yasaklar bu ülkede eskisinden daha fazla hale geldi. Basın artık tek sesli oldu, gösteri ve yürüyüş yapma hakkı fiilen ortadan kalktı. Bir açıklama yapmak isteseniz hemen polis müdahale ediyor, dans edenlere dâhi müdahale ediyor. Oysa insanlar rahat rahat kendini ifade edebilmeli, açıkalama yapabilmeli, şiddete başvurmadıkça ve kamu faaliyetlerini aksatmadıkça yürüyüş yapılabilmeli. Bu ülkede farklı bir partiye oy verdi diye insanlar ihanetle suçlanıyor. Yeni bir parti kuranlar hainlikle suçlanıyor. Oysa insanlıktan zerre kadar hisse almış bir kişi başka partiye oy verdi diye insanları hainlikle suçlayabilir mi? Bu ülke kimsenin babasının çiftliği değildir. İnsanlar istediği partiye oy verebilmeli, gösteri ve yürüyüş hakkını kullanabilmeli ve yeni partiler kurabilmelidirler.

Berkman DULCAN: Hükümet yanlısı olmayan STK’ların karşısına hemen yedek bir STK açılıyor. Oradan kişiler alınıyor.

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Sözünüzü kesiyorum fakat yoksulluk ile ilgili iki rakam vermek istiyorum. Ak Parti başa geldiğinde ilk 2 dönem çok güzel işler yaptılar. Gerek siyasi alanda gerekse yolsuzlukla mücadele anlamında çok güzel çalışmalar yaptılar ama maalesef bu kazanılanların hepsini geriye kalan dönemde Türkiye olarak kaybettik. Bakın Türkiye’de hiçbir alan 2012 hatta 2008’den daha ileride değil. Milli gelire bakın, demokratikleşmeye bakın, işsizliğe bakın hepsinde ciddi bir gerilemeler var. Türkiye son 10 yılını kaybetmiş görünüyor. Milli gelir 13,500’lere kadar çıkmıştı, tekrar 8,000’lere kadar düştü. Yani Dünya ortalamasının altına düştü. 80 Milyonluk Türkiye 8 milyarlık Dünya ortalamasının altında bir milli gelire sahip. Oysa Ak Parti bunu dünya ortalamasının üzerine çıkarmıştı, şimdi tekrar alt seviyelerde. Yoksulluk konusu mesela. Şu an asgari ücret konuşuluyor, Akşam sabah açıklanacak diye bekleniyor. Şu anda Türkiye’nin toplam çalışanlarının yüzde 40’ı asgari ücretlerle çalışıyor, diğer yüzde 43’ü ise asgari ücretin iki katına çalışıyor. Bu ne anlama geliyor, tüm çalışanların yüzde 83’ü 4000 bin TL ve daha altı bir parayla çalışıyor. Asgari ücretin açlık sınırının altında olduğunu biliyoruz. Açlık sınırını 2615 TL, yoksulluk sınırı ise  6700 TL civarında. Bu durumda Türkiye’de çalışanların yüzde 83’ünün yoksulluk sınırının altında yaşadığı ortaya çıkıyor. Yaklaşık 20 milyon insan da açlık sınırının altında çalışıyor. Türkiye’de 17 milyon insan sosyal yardımlarla hayatını idame ettirebiliyor. İşsizliğin geldiği rakamları görüyoruz yüzde 15’leri bulmuş durumda. Gençler arası işsizlik %30’a yaklaştı. 3 gencimizden biri işsiz. Öte taraftan ülke adeta bir korku Cumhuriyetine dönüştü, Tweet atmaktan korkan insanlar haline geldik. Peki böyle bir ortamda bazı insanlar yeni ideallerin peşine düşmemeli mi? Türkiye’de yolsuzluklarla mücadele edilebilir mi? Yasama, yürütme ve yargı birbirinden bağımsız değilse, ki maalesef Türkiye’de bağımsız değil, nasıl mücadele edeceksin?  Yürütme zaten biliyorsunuz bir kişi o da Cumhurbaşkanı. Yasamayı yürütme belirliyor zaten. Yargıyı ya Cumhurbaşkanı belirliyor ya da onun seçtiği Milletvekilleri belirliyor. Peki, sizin denetlemeniz nerede kaldı. Bu erkler birbirini nasıl denetleyecekler? Bakın kimseyi eleştirmek için söylemiyorum, bizim de eksiklerimiz bizim de hatalarımız var, herkesin olabilir. Sorun olan bunların tekrar konuşulup düzeltilmesi gerektiği. Bu konularda bir şey yapılması gerekiyor.

Berkman DULCAN: Mevcut Hükümet’i eleştiriyoruz peki, mevcut hükümet neleri doğru yapmaları gerekiyor? Ve neler düzene girerse eski istatistikler geri gelmiş olur?

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Ak parti ile ilgili iki şey söyleyeceğim. Ak partiyi 2 ye ayırmamız gerekiyor, ilk 10-12 yılda çok güzel işler yaptılar, fakat son 8-10 yıldır güzel işler yapılmıyor. Bana sorarsanız Ak Parti misyonunu önemli oranda tamamlamış bir partidir. Bu kadar oyu nasıl aldığına gelirsek, muhtemelen Türkiye’de umut veren alternatifler olmadığından alıyor. İnsanlar kendine alternatif bulamıyor belki.

Berkman DULCAN:Biraz da Malatya’yı değerlendirmenizi istesek, neler söylemek istersiniz?

Malatya yaklaşık Türkiye’nin yüzde birini oluşturan bir Şehirdir. 30 Büyükşehirden biridir. Ulusal ve küresel kültürel mirasa çok şeyler katmış bir şehirdir. Ne kadar iyi gidiyor derseniz biz bunu en son verilerle birkaç ay önce yayınladığımız “Malatya Ekonomi Raporu”nda ortaya koymaya çalışmıştık. “Malatya Vizyon 2023” başlıklı bir rapor hazırlamıştık orada da bütün istatistikler mevcut. İnsan kaynağını yenileyemeyen bir Malatya var karşımızda. Yerel ve küresel olarak nereye oturacağını henüz belirleyememiş bir Malatya var. Dolayısıyla el yordamıyla yol almaya çalışan bir Malatya var. Yerel yöneticiler ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar, fakat şunu soralım Malatya son on yılda nereden nereye geldi? Merak eden arkadaşlar bu konularda hazırlanmış raporlara bakabilirler. Hatta son 20 yıla, 30 yıla bakalım, insan kaynağı olarak, Malatya ulusala ve küresele ne katmıştır? Aklıma çok kimse gelmiyor.

Berkman DULCAN: Zevkli bir sohbetti teşekkür ederim, buradan son olarak söylemek istediğiniz bir şey varsa dinleyelim.

Prof. Dr. İbrahim GEZER: Bu ülke hepimizin ülkesi. Bizim insanımız yani Anadolu insanı belki dünyanın en güzel insanı, fakat sistem kurma noktasında sıkıntılarımız var. Bunu aşmamızın bir yolu, beka söylemi gibi söylemlerden, hamasetten, kutuplaşmadan, ötekileştirmeden uzak durmamız gerekiyor. Bu ülkenin beka sorunu falan yoktur, eğer varsa da bu ülkenin hukukun üstünlüğünü benimseyememiş olmasından dolayı vardır, insan haklarının garanti altına alınamamasından dolayı vardır. Demokratik sistemler kuramamasından dolayı vardır.

Bu ülke hala darbe anayasasıyla yönetiliyorsa, hukukun üstünlüğünden bahsetmek söz konusu olabilir mi? Hem siyasette hem diğer alanlarda güzel ve hayırlı olan girişimleri desteklemek gerekiyor. Gelinen noktada, bu ülkenin yeni bir yol haritasına ihtiyacı var. Bu ülkeyi nasıl beraberce ileriye taşıyabileceğimizi birlikte konuşmamız gerekiyor. Bana bu fırsatı verdiğiniz için tekrar teşekkür ederim.

Henüz Yorum yok

İlk yorumu siz yazın.

Yorum Bırakın

E-Mail adresiniz yayınlanmaz.







Diğer Haberler